Ronidere

Diriliş

Kuşkusuz insan aklı ve vicdanı ile vardır. Özellikle farkındalığı olan her Kuzeyli Kürt bir
uçurum taşır içinde. Yüreğinde dinmez ince sızı vardır. Okurlarımdan her gün
onlarca mesaj alıyorum. Büyük acılar yaşanıyor, cezaevleri tıklım tıklım,
devlet iş-aş için üretim merkezleri kuracağına yeni cezaevleri yapmakla
övünüyor; sürgüne zorlamalar, Kürd belediyelerine kayyum atamalar, militarist
operasyonlar, gözaltılar, tutuklamalar, infazlar, yoksulluk ve işsizlik derken
yüreği durmadan kanayanlar… Kimileri de derin bir kaygı, korku ve boşluk
taşıyor içinde. Bu ortamda yaşanan umutsuzluk ve kaygılar toplumsal
yozlaşmalara yol açıyor. Bunları his etmek toplumsal olay ve olgulara karşı ne
derece hisli olduğumuzu da gösteriyor.
Beyin genel merkezdir insan için; göz ve kulaktan aldığı acı yüklü olayları
diğer organlara ulaştırırken yürek daha hızlı atmaya başlar, tansiyon yükselir,
karın boşluğunda bir ağrı başlar. Gelişen beynimizle garip ve karmaşık bir
varlık olduğumuz kadar vücudumuzda taşıdığımız milyarlarca hücreyle birer
evreniz kendi içimizde. Galiba herkes nesneleri aynı şekilde görmüyor, sesleri
aynı tonajda ve ahenkte duymuyor. Kobane Direnişi bastırıldığı yaşanan İŞİD
saldırıları ve barbarizmi karşısında Kürd dünyasında acı ve öfke doruktaydı,
koalisyon güçlerinin askeri desteği ile direniş baskın gelince sevinç ve mutluluk
doruktaydı ve bir halkı parçalayan tel örgüler parçalanıyordu. Bir günde 52 kişi
öldürüldü, çok sayıda yaralı ve yüzlerce tutuklu derken acı, öfke, umut
doruktaydı ve anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalıyordu.
İsviçre’de çok zaman verdim sanata ve sanat kuramına. Akraba olan sanat
dalları estetik bakış açımızı ve estetik düşüncemizi geliştiren en önemli alandır.
Bu alan aynı zamanda felsefe, roman, öykü, şiir, tiyatro, resim dil, ses, düşünce
ve estetik ile yoğundur. Tiyatro ve sinema sanatında acıyı karnını tutup yere
doğru eğilerek ifade edersin. Resim sanatında acıyı ve korkuyu gözlerde ifade
edersin. Gözler çok şey anlatır. İnsanlarımızın acılarını gözlerinden okuyorum.
Kişi gülerken bile taşıdığı duygular gözlerinden okunur. Bu anlamda sanat
bilinci dünyayı ve insanları anlamanın en iyi yolu olduğu gibi bir kuş gibi
uçabilen uygarlığın da bilim kadar diğer bir kanadını oluşturuyor.
Kırk yıldır tümden yok edilen aileler oldu; üç kardeş, beş kardeş, bazen baba,
bazen eş, bazen yâren… Sanki dünyaya hiç gelmediler gibi anlarız. Oysa her
insanı çevreleyen hayatın içinde kişi tek başına değildir; ailesinden birkaç kişiyi
yitirmiş, yuvasından edilmiş birileri artık normal birileri değildir. Onun ruh ve
duygu dünyası değişmiştir. Derin acılı izler ve ardında çığlıklar bırakırken,
öksüzler, yaralılar, yürek kanarlar kalır geriye. Kalanlar çoğu zaman huzursuz,
geçimsiz, ezik ve problemlidirler. Tüm bunların altında ezilmeden güçlenerek
çıkanlar da var elbette. Aileler dağınık, kimsenin kimseyi doğru duyamadığı
manzaralar çıkar ortaya ve buna toplumsal travma deniliyor. Gidenlerin ardında
izler ve çığlıklar kalır. Çığlıkların izi mi olur? Evet, her yara bir izdir kendi
derinliği kadar. Bir de ruh yaralanması var ki iyileşmesi en zor olandır.
Evrende hiçbir şey kaybolmuyor sesler dâhil. Bir de köklerinden koparılmak
çok boyutlu travmalar yaşatıyor insana. Fransızlar buna ‘Déracinés’ diyor.
Psikoloji ve sosyolojide önemli bir alan kapsıyor. Türkçeye köksüzleştirilmek,
köklerinden koparılmak olarak da çevrilebilir. Bunu en çok Ermenilerde
gördüm. Kadim ve kültürlü bir halkı kendi aralarında huzursuzluk üreten bir
halka dönüştürülürken Yahudiler güçlenerek tarih sahnesine çıkma becerisini
gösterdiler. Ermeniler dünyanın dört bir yanına savrulmuşlar. Yurtlarına
dönenler ve kültürleriyle buluşanlar biraz olsun huzur buluyor ve bir anlamda
terapi oluyor. Yahudi halkı ise bu toplumsal travmayı vatan sahibi olmakla aştı,
çünkü köklerine döndüler, güçlü ve yaşanılır bir ülke kurdular.
Peki, bunca acıları Kürt halkına kimler neden yaşatıyor? Dertleri nedir bu
devşirmelerin? Çok daha vatanperver(!) geçinmek için daha çok Kürt öldürmek
ve Alevileri aşağılamak mı gerekiyor? Savunmasız masumlara linç girişimlerine
mi kalkışmak gerekiyor? Zindanlara doldurmak mı gerekiyor? Eşitlik ve adaleti
hiçe saymak mı gerekiyor?
“Varoluşunuza izin vermeyeceğiz, başkalaşacaksınız, yani bize tabi
olacaksınız!” diyorlar.
Bin yıllardan kalma bir halka bunu yaparsanız kanlı, karanlık ve kargaşalı süreç
devam eder, bölge dış müdahalelere de doğal olarak açık hale gelir. Toplumlar
arası şiddet tırmanır, ırkçılık artar, gerginlik olay ve olguların anlaşılmasını
zorlaştırır, gerçeklerin aydınlığa çıkması da engellenir. Bu durum egemen
ulusun devletine, varoluş biçimine ve millet özelliklerine asla saygı
duyurmayacaktır.
Tarihin bir akışı vardır, ne yaparsak yapalım dilde, kültürde, yönetimde,
özgürlük biçiminde de eşit olma bilinci gelişecektir. Elbette tüm bunlar bilinç
olgusundan geçiyor ve bilinç olmadan barış, huzur ve eşitlik sağlanmaz.
Fransız İhtilalinde, Kral’a karşı gelen Cumhuriyetçi erkeklerin kelleleri
Concorde Meydanı’nda giyotinlerinken Fransız kadınlarının topluca alana
hücum ederek “Biz kadınlar erkeklerin kafaları kesilirken bizim de kafalarımız
kesilsin ki ölümde de acı çekmekte de eşit olmak istiyoruz erkeklerle!”
demeleri Fransa’da tarihin akışını değiştirmişti. Önce emekte eşitlik esas alındı.
Bu eşitlik anlayışı halklar arasında da geçerlidir. Şimdi adaletsizliğe, bu zulme,
bu eşitsizliğe dur demek gerek.
İdeolojiler ve dinler üzerinden bir halkın davasının savunulma süreci aşıldı.
İnsanlığın geçtiği kapılardan biz de geçmeliyiz. Dünyaya akıl verebilecek
durumda da değiliz. Aslında sihirli bir cümledir Kürtler için kurtuluş; haklılığını
bilecek, modern çağa, demokratik değerleri özümseyecek, kararlı-cesur ve
örgütlü olmayı esas almalıdır. Bunu bütünleyen en büyük özellik uluslaşma
sürecini hızlandırılmalıdır. Çünkü bizi ilhak edenler uluslaşmamamız ve bölük
hallerimiz üzerinden varlık gösterip güçleniyorlar.
Binlerce köy ve milyonlarca insanımız köklerinden sökülerek tarumar edildiler.
Ve hâlâ kuşlar kadar anadilimizle konuşamıyoruz, bu dilimizin resmi güvencesi
olan anadilde eğitim hakkımız bile yok… Bunun için varlığımıza göz diken
devşirmelere boyun eğmemeli. Aydınlanmış ve çağdaş birtakım şiddet
amaçlamayan sivil hareketlerin gelişmesi toplumsal aydınlanmayı hızlandırır.
Böylesi bir mücadele için şiddet sarmalı yerine geniş kitleleri kapsayan
toplumsal örgütlenmeler devlet şiddetini de boşa çıkaran gelişmelere yol
açacaktır. Hızlandırılan asimilasyonu ne yapıp yapıp durdurmalıyız.
Yasakçıların bekası bizim kadim varlığımızın yok oluşu üzerinden gelişecekse
buna karşı kültürel değerleri koruyarak ilhakçılara geçit vermemeliyiz.
Şiddetsiz barışçıl “Anadilde Eğitim Hakkı” gibi sivil inisiyatiflerin ortaya
çıkması tüm sınıf ve katmanlardan insanları bir araya gelmesini sağlayacaktır.
22 Mayıs 2018

Like this article?

Partager sur facebook
Share on Facebook
Partager sur twitter
Share on Twitter
Partager sur linkedin
Share on Linkdin
Partager sur pinterest
Share on Pinterest

Leave a comment

ronidere 2021©  All rights reserved