Ronidere

Medeniyetler Çatışmasında Kürdler

Ortadoğu’nun kanlı ve çalışmalı sürecinde 2020 yılında Korona 19 salgınının
denk gelmesi çatışmaları hızından düşürmedi.
Tarih boyunca veba, kolera, Rus gribi ve İspanyol gribi gibi birçok salgın
yaşanmış, dünyada milyonlarca insanın ölümüne neden olmuş fakat ilk kez
küresel boyutta karantina olgusu, çözüm arayışları ve tartışmaları yaşanıyor.
Yaşanması muhtemel ekonomik krizler birtakım çözümlerin küresel olması
gerektiğini gösterdi. Bu olgu Michel Foucault’un yıllar önce dünya sağlık
sektörünün büyük tekellerin tahakkümü altında olmasının hayat ve ölüm
hakkına dayalı iktidar biçimlerinin tehlikelerini anlatan felsefi yorumlarını da
güncelleştirmiş oldu.
Çağımız sistemine klasik perspektiften bakanların “Kapitalizm” olarak
yorumlamaları gerçeği tam anlamıyla yansıtmamaktadır. Üretimin salt pazar ve
kâr amaçlı güdümlemesi olarak yorumlanması kuşkusuz kısır bir bakış açısıdır.
Demokratik değerlerin sistemleştirilmesi, sivil toplum örgütlerinin
önemsenmesi, hukukun üstünlüğü ve kurumsallaştırılması, insan haklarının
önem kazanması kapitalizm sürecinde çok daha önem kazanması yadsınamaz.
Bu sürece kapitalizm yerine demokrasi çağı demek daha gerçekçi olacaktır.
Kapitalizm ve ekonomik düşünce analizleri “klasik” gelenek Britanya’sında 18.
yüzyılın sonunda ortaya çıktı. Adam Smith, David Ricardo ve J. Stuart Mill gibi
“klasik politik ekonomistler” kapitalist ekonomide üretim, dağılım ve malların
değişimi gibi konuların analiz biçimlerini günümüzde hâlâ tekrarlayanlar derin
bir çelişki içindedirler. Antikapitalist yazarlarım ömür biçtiği kapitalizm kendini
yenileyerek gelişmesinin ve klasik solun neden kendisini yenileyemediğine dair
yeni analizlere ihtiyaç vardır. Bir gerçek var ki yaşananların neden sonuç
ilişkileri çok daha iyi irdelendiğinde ideolojik akımların yerini çok daha
eşitlikçi, sosyal, demokratik-hukuk devlet anlayışına bıraktığını ve bu anlayışın
gittikçe güç kazanmaya başladığını görüyoruz.
On milyonlarca insanın yaşamına mal olan reel sosyalizmin yıkılışının ardından
Samuel Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezini de önemsiyorum. “Soğuk
Savaş sonrası artık ideolojiler değil medeniyetler çatışacak” demişti Samuel
Hungtington. Fay hattı, Batı ve Ortadoğu’dur fakat Çin’i de kapsıyor. Nüfus
artışı, Radikal İslam, diktatörlükler ile demokratik modernite çatışması sürüyor.
Fakat Covid-19 küresel salgını her ulusun kendi önlemlerini alması gerektiğini
kuvvetlendirirken, küresel boyutta ortak hareket edilmesi gereken küresel
sorunları da insanlığın önüne serdi. Covid-19 salgınıyla uluslararası tedbirler
küresel boyutta ulaşırken, zaman zaman devlet sınırlarının birbirlerine
kapatılması ulus-devletlerin kendi varlıklarını devam edeceğini de gösteriyor.
Medeniyetler Çatışması, Körfez Savaşı’yla başladı, Balkan Savaşı ile devam
etti, Çağımızın radikal İslam dalgasının en dehşetlisi IŞİD ile sürdü. Yeni hamle
İran’ı dizayn etmek. Çin’in emperyal milliyetçi akımını sınırlamak, Hindistan
ve Ortadoğu ve Afrika’da demokratikleşmelerin önünü açmak olarak sürecek.
Tüm bunlar birtakım eşitlikçi ya da hümanist düşüncelerin ürünü değil
kendilerini de taşıyan bu geminin batmaması içindir.
Çünkü Çin, Hindistan ve Ortadoğu’da sınır tanımaz nüfus artışı, buna göre
zorunlu üretim ve tüketimin yol açtığı doğa tahribatı, ozon tabakasında açılan
delikler, su ve hava kirliliği, hayvan türlerinin yok oluşu, buzulların erimesi,
nükleer silah üretimi, yerel çatışmalar ve ekolojik sorunlar gibi dünyanın
geleceği için oluşan bu sıkıntılar medeniyetler çatışmasının temel kaynağını
oluşturacak.
Medeniyetler Çatışmasında ideolojik ve dinsel akımların güç kazanma ve güçlü
iktidarlar oluşturma şansları neredeyse sıfırdır. Çünkü bunlar denenip aşılmıştır.
Sosyal ve hukuk devletçiliği, birey olmak, özgürlükler, halkların hakkı, daha iyi
yaşanır bir dünya için çevre bilinci çok daha önemsenecek ve özellikle
Birleşmiş Milletler raporlarında dünyayı virüslerden de çok daha fazla tehdit
eden nüfus artışının önüne geçmek esas alınacak. Çünkü dünyamız mevcut
nüfusundan çok daha fazlasını kaldıramayacak durumda.
Yaklaşık 8 milyar nüfusun 2050’lerde 10 milyar olacağı tahmin ediliyor.
Muhtemelen önümüzdeki yıllarda artacak iki milyar nüfusun beslenme ve
yaşam koşulları için tarım alanlarının genişletilmesi çok daha fazla ormanların
kesilmesi demektir. Ormanların kesilmesi dünyanın ikliminin kötüye doğru
değişmesi, hayvan türlerinin daha çok azalması, ekolojik dengenin daha çok
bozulması demektir. Buna paralel olarak da tüketimin artması akarsuların ve
denizlerin çok daha fazla kirlenmesi demektir. Bu durum insanlığın Birleşmiş
Milletler (BM) aracılığı ile dünyamız için tüm olgulardan daha tehlikeli
gördüğü nüfus artışını durdurma yolunda nüfus planlanmasına çok daha önem
vereceği yıllar olacaktır.
Yerküremizde 17. yüzyıl sonlarına doğru ortaya çıkan kapitalizm ile dünyayı en
çok kirleten Batı Avrupa idi fakat günümüzde nüfus artışını kontrol eden, çevre
bilincini geliştiren, orman planlaması yapan da Batı Avrupa, Amerika, Yeni
Zelanda, Kanada ve benzeri Batı ülkeleridir. Kapitalizm ilk çıkış ve gelişim
süreci “Vahşi Kapitalizm” olarak bilinir. Karl Marks, Vahşi Kapitalizm
analistlerindendir. Tarihin akışının kapitalizmin kendi evrimini yaşayarak
zamanla kendisini yenileme özelliğine kavuşabileceğini tahmin edemedi mi ya
da yanlış yorumlanmasının artık çok önemi yok çünkü yaşadığımız demokrasi
ve insan hakları çağı çok farklı bir mecrada yol aldığımızı gösteriyor. Tüm
bunlar ayrı bir tartışma konusu fakat gelişen bu dijital modern zamanların
yüzyıllar öncesinden bilinmemesi gayet doğal. Bir gerçek var ki kapitalizmin en
gelişkin olduğu sahalarda düşüncenin, bilimin, sosyal ve hukuk devletçiliğin,
kadın, çocuk ve işçi haklarının ve yine özgürlüklerin buna paralel geliştiğini,
vahşi kapitalizmin ise aksine çok tahripkâr olduğunu görüyoruz.
Dünya ticaretinin %80’i denizden yapılıyor. Para birimini, dünya borsasını ve
petrol fiyatlarını ABD kontrol ediyor. Panama ve Süveyş Kanalı, Malakka ve
Cebelitarık Boğazı gibi bütün stratejik noktalar ABD, Britanya ve Fransa’nın
kontrolünde. Dijital sanayi ABD, AB ile Çin arasında bölüşülmüş. Dünya
sosyal medya sektörleri ezici ağırlıkta ABD’nin üretim ve pazar alanında, geri
kalanı ise Çin ile Japonya paylaşıyor.
İslâm coğrafyasında çok yavaş ilerleyen demokrasi bilinci muhtemelen yeni bir
Arap Baharına gebe olduğunu göstermekte. Ayaklanmalar biçiminde olmazsa
da sosyal ve hukuk devleti için toplumsal muhalefetin çok daha gelişeceği
kaçınılmazdır.
Aynı coğrafyada petrol savaşları devam etme ihtimalleri kuvvetlidir, çünkü
yüzü aşkın yan ürünüyle petrol hâlâ dünyamızın en önemli enerji, üretim ve
sanayi kaynaklarındandır.
Petrol olmak üzere deniz-transport sektörünün aslan payı ABD ve AB’nin
tekelindedir. Sudan ve bazı Afrika ülkelerinin petrolü Çin’e ulaşması için
Yemen ve Malakka Boğazı’ndan geçiyor. İran ve bazı Arap ülkelerinin
Avrupa’ya petrol güzergâhı Süveyş Kanalı’ndan geçiyor. Cebelitarık Boğazı ile
Pasifik’i Atlantik’e bağlayan Panama Kanalı da aynı güçlerin denetiminde. Bu
ülkeler aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına
sahipler. Kuşkusuz devletsiz Kürtler bu kulvarda belirleyici bir güç değil fakat
uluslaşarak ve devlet olabilecekleri konusunda bu güçlere güven vermeleri
ulusal davalarına güç katacaktır. Unutulmasın ki bu ülkeler aynı zamanda en
çok gelişmiş demokratik ve hukuk devletleri olarak gittikçe küçülen bu dünya
barış ve özgürlüğü savunma sürecine geçmek zorundalar. “Savunuyorlar”
diyorum çünkü Çin, Rusya ve Hindistan bırakalım dünya barışından söz
etmeleri içişlerinde demokrasinin gelişmesi boyutlarında bile oldukça sorunlu
ülkelerdirler.
Şimdilik Medeniyetler Çatışmasında somutlaşan başlıca proje Büyük Ortadoğu
Projesi’dir. Kapitalizmin gelişmemesi, uzun yıllar süren diktatörlük yılları ve
hâlâ mezhep çatışmalarından ötürü uluslaşamayan Irak’ta istikrarsızlık devam
etmektedir. İran Molla Rejimi hem Irak hem de İran’ın demokratikleşmesinin
önünü tıkaması, iç dinamiklerin çok daha hareketlenmesi ve ardından dış
müdahale ihtimalini kuvvetlendiriyor. Bu durum Kürtlere Batı müdahalesi ile
Saddam sonrası sunulan olanak gibi İŞİD sonrası Batı ile daha güçlü bir
müttefik olabilme olanağını sunuyor. Bu siyasal gidişat, İran Kürtlerini de
Güney Kürdistan’ın Saddam sonrasına benzer bir imkâna kavuşturabilir.
Suriye’de Esad iktidarını ayakta tutan Rusya’dır, fakat ekonomisi ABD’nin
yüzde dokuz ’una tekabül eden Rusya’ya karşı Kürtlerin ABD ile sürecek
müttefikliği Kürtlere sağlam bir statü kazandırma olanağını veriyor.
Devletsiz Kürtler dünyaya yön verecek değil. Yapılması gereken bu projede
örgütlü iyi bir aktör olarak uluslaşıp devlet olmayı amaç edinirlerse koşullar da
buna uygun giderek olgunlaşıyor.
Kürdler yüzyıl gecikmeli de olsa Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sürecinde
kavuşamadıkları fırsata kavuşmuş durumdalar. Bu tarihin sunduğu bir fırsattır.
Fakat bu proje gereği liderler ve partiler üstü düşünmek, uluslaşmanın
gereklerinin uygulanması Birleşmiş Milletler hukukuna ve ona üye olabilmenin
yolunu da açacaktır.
4 Mayıs 2020

Like this article?

Partager sur facebook
Share on Facebook
Partager sur twitter
Share on Twitter
Partager sur linkedin
Share on Linkdin
Partager sur pinterest
Share on Pinterest

Leave a comment

ronidere 2021©  All rights reserved