Ronidere

Ulus Olgusu ve Kürdler

Ulus, bilinçli tasarlanmış bir olgudan ziyade üretim ilişkileri ve pazarın
gelişmesiyle oluşan, aynı topraklar üstünde yaşayan, aynı dili konuşan, ortak
tarih, ortak ruhi şekillenme, aynı demografik yapı ve ortak kültüre sahip her bir
halkın tarihsel, sosyolojik ve antropolojik doğal gerçekliğidir.
Kürt halkının dört parçada bitmez, tükenmez acıları yaşaması, bölünmüşlük ve
ilhakçı devletlerin yoğun asimilasyon uygulamaları, devletin şiddet politikası
Kürtlerin ulus olarak birlik olmasını engelleyen belirleyici faktörlerdendir.
Parçalar ve Kürd partileri arasında yaşanan çekişmelerin kaynağında bölparçala-
yönet politikası belirgindir. Kürtler yaklaşık 50 milyonluk nüfusu ile
ulus bilincini geliştirmeden, uluslaşamadan Ortadoğu’da güç ve itibar sahibi
olmaları ve özgürleşmeleri de mümkün görülmüyor. Bunun için tabandan
partilere ulusal güç birliğinin dayatılması önemli gelişmelere yol açacaktır.
Uluslaşma sürecinde dinsel, mezhepsel ve ideolojik tutumlar ulusal davanın
üstünde ve önünde tutulması uluslaşmayı engelleyen önemli faktörlerdendir.
Dünyada “Ulus nedir?” sorusunun birbirine benzeyen sosyolojik birçok tanımı
vardır. Sosyalist ve liberal sosyolojik tezlerde ulus kavramsal tanımı: “Ulus,
ortak tarihe teşekkül etmiş, istikrarlı insan topluluğu olarak şu dört karakter ve
yaşam birliği esasına dayanır: Dil birliği, toprak birliği, iktisadi hayat birliği ve
ulusal kültürde birlik içinde beliren ruhi şekillenme birliği.” Birleşmiş
Milletlere göre de bu özellikleri taşıyan bir halk toprakları üstünde siyasi ve
askeri egemenliğine kavuşmuş ve otorite olmuşsa Birleşmiş Milletlere aday
adaylığı başvurusu yapma hakkına kavuşuyor.
Bir halkın BM’ye üyelik başvurusu kendi başına ciddi bir olaydır. Çünkü
başvurudan sonra başvuruyu destekleyen devletlerin artmasıyla statünün güç
kazanması sağlanırken sonraki yol haritası doğru bir pratik-politika ile
sürdürülmesi ve bölgesel siyasi koşulların uygun olması üyeliğin kabul edilme
yolunu kısaltır; aksi durumda üyeliğin kabulü için zorluklar artar ve uzun bir
izlek sürer. Bu süreçte karşıtlarını azaltıyor, müttefiklerini çoğaltıyor ve bir statü
elde etme çalışmaları güç kazandırıyor.
Bir ulusu ulus yapan dört temel karakterin hepsi mümkün olmadan da ulusun
devlet olma hakkı ret edilemez. Kaldı ki Kürtlerde bu dört karakter öteden beri
kısmen mevcuttur. Örneğin dil birliği Kürtler gibi parçalı bir halk için
zorunludur. Kürtlerde lehçelerin mesafeli oluşu bir gerçek fakat bu vahim bir
sosyolojik olgu değildir çünkü dünyada devlet olmuş uluslarda da çok farklı
lehçeler vardır. Kürdlerin dört parçada ortak eğitim kurumları olmadığı halde
dil birliği vardır. Lehçeler dil birliğini etkisiz kılmıyor ve yüzyıllardır var olan
devletlerde bile farklı lehçelerin konuşulması ulusun zenginliği olarak
görülmekte.
Ulusun meydana gelebilmesi için dört karakter birliğinin dördünün de olması
ulusu çok daha karakterli kılar. Örneğin, İspanyol ve İngiliz sömürgelerinde
yalnız dil birliğiyle ulus teşekkül etmedi fakat kıtanın farklı olması söz konusu
devletleri bağımsızlığa götürdü. Kürtler gibi karadan sömürgesine bağlı
ulusların dil birliği ulusun korucu temel unsurdur.
Dil, bir ulusun ruhu olduğu gibi onu içeren ve çevreleyen tarihi değerler,
folklorik zenginlik, sözlü ve yazılı edebiyat ile sosyolojik ve antropolojik
değerler bütünüdür. Dilin ölümü Kürtler gibi bir halkın da ölümüdür. Çünkü
Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki kentlere göç etmiş, köklerinden koparılmış
üçüncü kuşak Kürtlerin ezici çoğunluğun asimile edildikleri görülmekte.
Dünyada aynı dili konuşan ayrı uluslar vardır, İngilizlerle Kuzey Amerikalılar
gibi, Almanlarla Avusturyalılar gibi. Bazen dil birliğiyle toprak birliğinin
birleşmesi de yetmeyebilir. Ulusal pazarın gelişmesi ve iktisadi yaşantı birliği
ulus karakterini güçlendirir. Dil, toprak, iktisadi yaşantı birliği ve ruhi,
şekillenme birliği gibi ulusal karakterler ulusu sağlam kılan birer temel
özelliklerdir.
Ernest Renan, “Ulus bir hissiyat, ruhani bir ilkedir. Bu hissiyatı, bu ruhani
ilkeyi aslında bir olan iki şey oluşturur. Biri geçmişte, diğeri şimdidedir. Biri
ortak zengin bir hatıralar mirasına sahip olmaktır; diğeri şimdiki zamanda ortak
karara varma, birlikte yaşama arzusu, bölünmemiş halde aldıkları mirası
geliştirmeye devam etme iradesidir.” der.
Bin yıllar içinde oluşan kültürel değerlerin kadrini bilmek ve şimdiyi kurma
arasında değerli ve dingin bir uluslaşma o ulusun bireylerini de karakterli kılar.
Ulus kaçınılmaz olarak ulus bilincini oluşturmadan, halkın güvenini almadan,
hukukunu kurmadan ve uluslararası bir statüye kavuşmadan özgürleşemez.
Renan’ın görüşlerinin değeri de bunu bize hatırlatmasındadır, çünkü kökleri
tarihe ve ulusal kültür mirasına dayanmayan ulusal varoluş güçlü olamaz. Bu
anlamda halk ve bireylerin kendi kaderlerini tayin etme haklarına dayanmayan
hiçbir şey de meşru değildir. Çünkü dünyamızı oluşturan BM’ye üye yaklaşık
195 devlet bu esaslara dayanıyor.
Kuşkusuz ulus, sonsuzluktan ebediyete uzanacak bir sosyolojik gerçeklik
değildir. İnsanlık tarihinde her toplum, tarihi ve sosyolojik kategorileri gibi,
ulus da tarihin gelişim kanunlarına tabidir; bu evrenin ne zaman kapanacağını
bilmek zor, fakat yüzyıllara, belki de bin yıllara uzanacağı bir ihtimaldir. Fakat
ulusu ulus yapan özellikler tarihin derinliklerine dayanıyor. Bir gerçek var ki
ulusal özelliklerini yitirmiş bir halk bin yıllar içerisinde oluşturduğu tüm
sosyolojik değerleriyle ölü halklar mezarlığında yerini alır.
Ulus karakteristikleri birçok bilim alanını kapsamakta: bu bilim alanları
insanlığın geçmişini ve bugününü anlamak için muazzam bir alan sunarken
insanın ufkunu açtığı gibi geleceği daha iyi görmesini sağlıyor. Bu açıdan
ulusların bu farklılıkları çelişkilerin kaynağı değil insanlığın birer değerleri ve
zenginliğidir.
Örneğin Farsça, Arapça ve Türki dilleri yüz yıllar önce de konuşuluyordu, fakat
uluslaşıp devlet olmasalardı günümüzde varlıkları tartışılır olacaktı. Bu açıdan
bu ulusların büyük devletler ve imparatorluklar kurmaları uluslaşmalarına çok
büyük bir kolaylık sağlamış ve sonrada devlet olmalarını sağlamıştır. Öncelikle
devlet tecrübesi, devlet kurumsallığın gelenekleşmesi, dilin öteden beri eğitim
dili olması ulus karakterini güçlendirirken uluslaşma süreçlerini
kolaylaştırmıştır.
Türklerin uluslaşma sürecine girmeleri Fars ve Araplara göre daha yakın bir
geçmişe dayanır. On dokuzuncu yüzyılda kapitalist pazarın, Osmanlı
İmparatorluğu’nda Türklerin çoğunlukta yaşadığı topraklarda yayılmaya
başlaması ile belirginleşti. Dil birliği ve ruhi şekillenmenin yanı sıra iktisadi
yaşantı birliği Türk uluslaşmasını kuvvetlendirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun
egemen olduğu Balkanlar, Ortadoğu ve Afrika’nın bir kısmındaki halkların
hiçbiri ne Osmanlılaştı ne de Türkleşti. Çünkü ilhak gerekçeleri ve
uygulamaları Cihat ve ilhak gibi Panislamizm’e dayandığından ötürü dil ve
kültürlerini yayamadılar. İspanyol, Fransız ve İngilizler, sömürgelerinde dil ve
kültürlerini egemen kılmasının birçok ekonomik ve sosyolojik nedensellikleri
vardır; eğitime dayalı gelişmiş dilleri, gelişkin sanat ve mimari kültürleri ile
gelişkin ekonomik ilişkileri kültürlerini kalıcı kılmasının başlıca
nedenlerdendir. Osmanlı işgalinde asırlarca kalan halklar ulusal dilleri ile
uluslaştılar ve ayrı ayrı devletleştiler. Türklerde uluslaşma Batı Avrupa’dan
etkilenme sonucu Cumhuriyet ile birlikte Türkiye’de ümmet bilincinin, millet
bilincine dönüşmesi ile başladı. Jön Türkler bu uluslaşma sürecinde önemli bir
rol oynadı.
Birleşmiş Milletler hukukuna göre Kendi Kaderini Tayin Hakkı (Selfdetermination)
kavramı, uluslar için geçerlidir. Bu ilke uluslararası ilişkiler
hukukunun ve disiplininin en önemli olgusu ve aynı zamanda en tartışmalı
ilkesidir. Kavram hem hukuki hem de siyasi bir anlam içeriyor. Bundan ötürü
devlet olamamış ulusların hak arayışında başvurdukları temel argüman Kader
Tayin Hakkı iken sömürgecilerin de kendi sömürgesi için onun bir ulus
olmadığı iddiası üzerinden tartışma yürüterek kendilerince argümanlarına bir
anlam yüklemeye çalışırlar. Sovyetler Birliğinin kurucusu V. Lenin Halkların
Kendi Kaderini Kendisinin Tayin Hakkı ilkesini destekledi ve çok daha formüle
etti ve bu konuda eserlerinin olduğu biliniyor. Kader Tayin Hakkı kavramın
kökeni Fransız İhtilâli’ne dayandırılsa da liberal düşünce akımı içinde önemli
bir yere sahiptir. Sosyalistlerinde kabullendiği Kendi Kaderini Tayin Hakkı
ilkesi her ulusun bağımsız devlet olmasının onun en doğal bir hakkı olduğu
biçimindeki yaklaşımlarıdır. Diğer yandan bu ilkeyi siyasi bir içeriğe ve
devletleşememiş milletin tarihsel konumu üzerinden tartışan anlayışlar
Birleşmiş Milletlerdeki temel tartışmalardan biridir. Sonuç olarak uluslararası
ilişkiler disiplini içinde bu ilke evrensel bir hak olarak milletler ve devletler var
oldukça önemini koruyacaktır.
Kürdler bu ilkenin neresinde? Yazının girişinde belirtiğimiz gibi Kürdler ulus
tanımına uyduğuna göre Kader Tayin ilkesi Kürdler için de geçerlidir. Fakat bu
geçerliliğin birde koşulları vardır. Bir halk yaşadığı topraklar üzerinde askeri ve
siyasi egemenliğe sahip olmuş ise merkezi bir karar ile Birleşmiş Milletlere
üyelik başvurusunda bulunma hakkına sahiptir. Bu hak Kürdlerin dört parçasını
kapsasa da siyasal koşullar şimdilik iki parça için çok daha elverişlidir.
Görünürde bu koşullar Kuzey Irak’ta (Güney Kürdistan) ve Suriye’nin
kuzeyinde Rojava için geçerlidir. İkisinin birleşerek tek ulus adına Birleşmiş
Milletlere üyelik başvurusu ciddi bir prosedürdür olarak birkaç devletin
desteğini almayı zorunlu kılmakta.
Halkların Kendi Kaderini Tayin Hakkı; BM Antlaşması’nın 1. maddesinin 2.
fıkrasında kurumun amaçları arasında kabul görmüştür, 55 ve 73. maddelerinde
“Toprak bütünlüğü” ilkesi ve self determinasyon hakkının bir arada alması bu
olguyu daha da sadeleştiriyor. Çünkü toprak bütünlüğü aynı ulus özellikleri
taşıyan halklar için geçerlidir.
3 Mayıs 2018

Like this article?

Partager sur facebook
Share on Facebook
Partager sur twitter
Share on Twitter
Partager sur linkedin
Share on Linkdin
Partager sur pinterest
Share on Pinterest

Leave a comment

ronidere 2021©  All rights reserved